Avrupa Birliği Liderler Zirvesi sonuç bildirgesinde Türkiye’ye ilişkin kısımlar ile ortaya çıkan son AB pozisyonunu konunun uzmanları euronews Türkçe’ye değerlendirdi.

Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi ve AB Uzmanı Dr.Cengiz Aktar, sonuç bildirgesindeki vaziyete dair sevinilecek bir şey olmadığına vurgu yaparak, ‘AB pozisyonunun Türkiye’deki rejime yeni bir meşruiyet veya taze kan taşımış olduğunu ya da elini güçlendirdiğini düşünmediğini’ şu sözlerle aktarıyor:

“Öyle olsa açıklandıktan sonra Türk Lirası güçlenirdi ama düşmeye devam ediyor. İkinci olarak açıkçası Avrupalılar artık Türkiye ile ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bu sonuç bildirgesindeki 8-10 paragraf bir defa Türkiye ile ilgili bile değil. Doğu Akdeniz başlığı altında ele alınıyor. Yani bu bir hakaret aslında. Hem mesaj hem de hakarettir. Türkiye’nin aday ülke olduğundan dahi bahsedilmiyor. İlk taslakta vardı ama son halinde onu da çıkarmışlar. Çünkü bitti artık öyle bir şey yok. Yani sevinilecek bir durum yok. Oluşturulmaya çalışılan koşulluluk insan hakları veya hukuk devleti ile alakalı değil. O yüzden zaten adı ‘Doğu Akdeniz bölümü’. Yapılan al-ver pazarlığı da tamamen bununla alakalı.”

En ağırlıklı konunun Gümrük Birliği (GB) olduğuna dikkat çeken Aktar, orada da bir takım mayınlar bulunduğuna işaret ederek heyecanlanacak bir durum olmadığını tekrar ediyor şöyle konuşuyor:

“Gümrük Birliği çok eskidi ve büyük sorunlar birikti. Revize edilmesi yıllardır konuşuluyor. 2014’te Komisyon’un Dünya Bankası’na ısmarladığı bir rapor vardı. O rapor sonrası bile bir gelişme olmadı. O zamanlar bugünkü kadar sorun da yoktu üstelik ilişkilerde ama şimdi ilişkilerin ahı gitti vahı kaldı. Yani GB ilişkilerin nispeten daha iyi olduğu bir durumda tadil edilemedi şimdi mi edilecek? Kaldı ki bu tadilat ile ilgili 11. paragrafın a bendinde ‘Bütün AB ülkelerini teşmil etmek ve onlarla birlikte yapılması lazım’ diyor. 2006’da 8 fasıl Türkiye GB’yi Rumlara teşmil etmediği için bloke edildi zaten. Bu çerçevede Türkiye Rumları tanıyacak mı yani? Bu mümkün değil. Velev ki GB tadil edildi sonuçta Avrupa Parlamentosu’ndan geçmesi lazım. Nasıl geçecek? İşte bunlar garp kurnazlığı.”

GB’nin tam üyeliğe giden yolda bir etap olduğunu, tam üyelik gündemden tamamen düşünce onun da bir anlamının kalmadığını ileri süren Aktar, zaten bunun istense de kolayca yapılamayacağını şu sözlerle aktarıyor:

“Şimdi deniyor ki hem tadil edilecek hem de tarım ve hizmetlere açılabilir. Ama bu tarım müktesebatının uygulanması demek. Bu müktesebat 150 bin sayfalık AB standartlarının yarısıdır. Bunu Türkiye’nin iç hukukuna uyarlaması beş sene falan alır. Dediğim gibi bu bir garp kurnazlığıdır. Tamamen olmayacak bir duadır. Bir de çökmüş olan bir ekonomi ile sen gidip neyin pazarlığını yapabilirsin? Yapamazsın. Karşında senin taleplerini kim ciddiye alacak. Türkiye’de o bilgi birikimi de yok artık kurumlar çöktü çünkü.”

“Kıbrıs konusunda sahtekarlık yapıyorlar”

Aktar Kıbrıs konusunda da Türkiye’ye karşı sahtekarlık yapıldığını şöyle izah ediyor:

“Kıbrıs’tan da bahsediliyor biliyorsunuz. 27-29 Nisan’da Cenevre’de gayrı-resmi Birleşmiş Milletler’in çağırdığı beşli bir toplantı var. Ancak bu toplantıyı adadaki iki tarafın yeniden birleşmesi üzerine yapılacak bir müzakere toplantısı olduğu yazıyor 15. paragrafta. Bakın bu sahtekarlıktır. Öyle bir şey yok. Bu tamamen gayrı-resmi bir toplantı, ne kadar süreceği bile belli değil. Türkiye’nin tezleri belli; artık iki toplumlu bir federasyon istemiyoruz. İki devlet istiyoruz ve bütün dünya buna karşı. Dolayısıyla bu girişimi ciddi bir şeymiş gibi paragraf halinde yazmak hakikaten sahtekarlık. Bir diğer mesele Doğu Akdeniz konferansı. Bunun üzerinde de çalışacağız deniyor. İyi de sen KKTC’yi tanıyor musun? Tanıyorsan olur o konferans.”

Vize konusunu da değinen Aktar, zirve bildirgesinde bu konudan ‘vize’ olarak bahsedilmediğini ve bunun bilinçli olarak yapıldığından bahsediyor:

“Saçma sapan bir formül bulmuşlar ‘people to people contact’ demişler. İnsandan insana temas ve mobilite hareketlilik deniliyor. Bu vize ile de olabilecek bir şey. Vizesiz olması şart değil. Biliyorlar vize muafiyeti falan veremeyeceklerini o nedenle muğlak ifadeler kullanılıyorlar. Veremezler çünkü Türkiye’de insanlar Avrupa’ya kapağı atmak için hazır bekliyor. Bunu biliyorlar.”

“Mülteci zaptiyeliğine devam”

“Dişe dokunur bir defa konu var ve bütün bu laf kalabalığı tutulamayacak sözler dönüyor dolaşıyor Türkiye’nin mülteci zaptiyeliğine devam etmesine bağlanıyor. Orada güller dağıtılıyor Türkiye’ye. Yeniden para ayarlanacak ve o kadar nokta.”

“Türkiye mevzi kazandı, AB şimdilik yola gelmiş görünüyor”

AB ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Uğur Özgöker ise zirve sonucunu çok daha farklı şekilde değerlendiriyor ve somut olumlu sonuçlar çıktığını şu sözlerle belirtiyor.

“Yaklaşık 5 yıldan bu yana ilk defa Türkiye’ye karşı müspet bir sonuç görüyoruz. Şimdiye kadar hep olumsuz değerlendirmeler ve olası yaptırımlar konuşuluyordu. Yunanlar ve Rumlar istediklerini alamadılar. Daha önce de alamamışlardı ama yanında müspet bir şey yoktu. Bu kez ilk defa olumlu kararlar var. Bu kararlara ilişkin takvim de var üstelik Haziran zirvesi işaret ediliyor ve o zamana kadar da Komisyon’a tüm alanlarda gerekli çalışmaları ve görüşmeleri gerçekleştirmek için görev verildi.”

Zirve öncesi insan hakları, hukukun üstünlüğü, HDP ve İstanbul Sözleşmesi gibi konuların ağırlık kazanması olasılığından çok korkmuş olduğunu belirten Özgöker, “Allah’tan girmedi onlar çünkü Borrell onları yazmıştı fakat bakanlar konseyi sırasında çıkarıldı. Bunu da doğru buluyorum çünkü zaten bunlar iç hukukun konularıdır. Elimiz kuvvetli diyeceğiz ki ‘Bunlara bağımsız mahkemeler karar verir ve Avrupa’da Asya’da her yerde kapatılan partiler vardır’ nitekim zaten karara da bunu sokamadılar zaten.”

“Türkiye Doğu Akdeniz’de dolduruşa gelmemeli”

Üç aylık değerlendirme süreci içerisinde Rum ve Yunan taraflarının Türkiye’yi tahrik etmek ve hata yaptırtmak için adım atabileceğini de düşünen Özgöker, benzeri stratejileri daha önce de izlediklerini hatırlatarak Türkiye’nin temkinli hareket etmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Erdoğan’a ait Doğu Akdeniz Konferansı fikrinin gündeme alınmış olmasını önemli bulan Özgöker, “Devamlı mevzi kazanıyoruz, şimdilik yola gelmiş gibi görünüyorlar” diyor ve sıradaki hedefin iki devletli çözümü kabul etmeleri olduğunu belirtiyor.

“Türkiye’yi kaybederse Avrupa daha çok zarar görür”

Avrupa’nın stratejik olarak Türkiye’ye ihtiyacı olduğunun altını çizen Özgöker, büyüyen Çin ve Rusya tehdidi karşısında Avrupa’nın Türkiye’ye siyasi, askeri ve ekonomik olarak ihtiyaç duyduğunu anlatarak “Türkiye Avrupa’yı kaybetmekten zarar görür ancak Avrupa Türkiye’yi kaybetmekten daha büyük zarar görür ve bunun da bilincindeler” diyor.

“Avrupa zamanında Türkiye’yi dışladığı için şimdi bu kadar seçeneksiz”

Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı ve bir dönem TÜSİAD Avrupa Temsilciliği ve TÜSİAD Genel Sekreterliği de yapmış olan Dr.Bahadır Kaleağası ise bu iki görüşten de farklı olarak zirve sonucunda ortaya çıkan AB pozisyonunun gelinen nokta itibarıyla bundan daha farklı olması veya olmaması şeklinde değil ‘olamayacağı şeklinde’ değerlendiriyor.

Kaleağası’na göre AB’nin Türkiye konusunda deneyecek fazla alternatif stratejisi kalmadı. Ekonomik ve stratejik angajmanlar var olan durumda Türkiye üzerinde etkili olmayı sürdürebilmek adına yegane yol.

Kaleağası’nın değerlendirmeleri şöyle:

“Eskiden AB zirvelerinde Türkiye aday ülke olarak değerlendirildi bu bitmiş durumda dolayısıyla orada bir çıkış yolu yok ve çok tehlikeli olabilecek olan şey Türkiye’nin şimdiki ekonomisi ve rejimiyle onu fiilen ve resmi olarak özel bir statüye dönüştürmek. Bu çok yanlış olur. Avrupa şunu görüyor ama; Türkiye’yi dışarıda mı tutarsan daha çok sürpriz ve kötü işler gelir başına yoksa teknik bir süreç içerisinde GB ile, yeşil anlaşmalar ile…vs. tutarsan mı? Tabi ki böyle bir şekilde Türkiye’yi tutmak çok daha iyidir. Bunlara ilişkin süreçleri başlatmanın kimseye bir sakıncası yok. Bunlar bir hediye değildir ancak sonuçlandırılırsa hediye olur ki o da koşullar yerine getirilince zaten olabilecek bir şey.”

Bu pozisyonu ABD’nin de desteklediğini belirten Kaleağası, daha önce Türkiye’yi nereye koyacaklarını tam bilemediklerini ancak bu şekilde daha pratik ve stratejik yaklaşımlarla artık adım atmaya başladıklarını ifade ediyor.

Bu yöntemle pek çok konuda uzlaşma sorunu yaşadıkları bir yönetime meşruiyet veya destek sağlamış oldukları anlamına da gelmediğini belirten Kaleağası şöyle devam ediyor:

“Bizim AB’ye alt tarafı söylediğimiz şey; bize yeni bir statü verme, GB’yi yenile, yeşil anlaşma, dijital dönüşüm, sürdürülebilir kalkınma hedefleri politikaları ve benzeri konularda bizimle görüşmelere başla bu kadar. Bunların çoğu için zaten hali hazırda birçok yapılan şey var yani o kadar da meşru görüyorlar zaten. Dünyaya ‘Ben Türkiye ile müzakerelere başlıyorum bu da Türkiye benim için ‘demokrasi’ demektir’ demiyor. Aksine Türkiye için Kopenhag kriterlerine uymalıdır diyerek ‘demokrasi değildir’ demiş oluyor.”

“Havucun tadı kalmadı sopa artık acıtmıyor”

Avrupa’nın zamanında Türkiye’yi dışlamasının bedelini bugünlerde seçeneksiz kalarak ödediğini ileri süren Kaleağası, “Başlıkları açmamışsın, abuk subuk nedenlerden dolayı veto etmişsin. Artık havucun tadı kalmamış sopa acıtmıyor. Yani insan hakları, hukuk..vs konularından yaptırım uygulasa ne olacak ki? Bu kendi düştükleri zavallı bir durum aslında. Hangi yaptırımı yapsa giderek daha da kötü olacak sadece. Yaptırım olursa Türkiye’deki AB karşıtı kesim daha da güç kazanır olacağı bu.” diyor ve devam ediyor:

“Bir kısım bunu gördüğü için diyor ki; öyle bir Türkiye’yi yeniden angaje edelim ki artık beklenmedik kötü sürprizler azalsın ama hediye veriyor gibi de gözükmeyelim koşullar şartlar koyalım. Ama tabi bunun da koşullarını istedikleri gibi oluşturamıyorlar çünkü Doğu Akdeniz sorunu varken bu olamıyor. Çünkü bu sorun devam ederken Rumlar Yunanlar ‘GB müzakerelerini koşullu olarak bile başlatmayız’ diyorlar.

“Günlük siyasi alış-veriş ülkesi olmaktan çıkmalıyız”

Kaleağası son olarak Türkiye’nin günlük siyasi alış-veriş ülkesi muamelesi görmekte olduğunu ve her iki tarafın da bundan hızla çıkması gerektiğini düşünüyor sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Buradan çıkmak için Türkiye’nin mutlaka şu an konuşulmakta olan demokratik reform sürecini hızlandırması gerekli. Avrupa Birliği’nin de dışlayarak değil sürecin içerisine alarak başarılı olduğu politikalar dönemine geri dönmesi gerekiyor.”