Prof. Dr. Uğur Özgöker programda, Gebze’de çöken binanın nedenlerine ilişkin değerlendirmesinde Türkiye’deki yapı denetimi, şehirleşme politikaları ve mühendislik eksikliklerine dikkat çekiyor. Olayın münferit bir kaza olarak değil, uzun yıllardır süregelen sistematik bir denetim zaafının sonucu olarak görülmesi gerektiğini vurguluyor. Türkiye’de hızlı kentleşme sürecinde inşaat kalitesi, malzeme denetimi ve iş güvenliği gibi temel kriterlerin çoğu zaman göz ardı edildiğini ifade ediyor.

Özgöker, özellikle yerel yönetimlerin yapı ruhsatı ve kontrol süreçlerinde liyakat yerine siyasi veya ekonomik ilişkilerin ön plana çıkmasının, bu tür felaketlerin zeminini hazırladığını belirtiyor. Ayrıca, mevcut imar affı politikalarının riskli yapı stokunu artırdığını ve vatandaşın güvenli konut hakkını zayıflattığını söylüyor. Ona göre, afet ve çökme vakaları yalnızca mühendislik hatası değil, aynı zamanda yönetimsel ve toplumsal bir sorumluluk sorunu olarak görülmeli.

Programda, Türkiye’nin 1999 depreminden bu yana alınan önlemleri ve eksik kalan yönleri de tartışılıyor. Özgöker, afet bilincinin hâlâ yeterince yerleşmediğini, deprem yönetmeliklerinin kağıt üzerinde kaldığını, uygulamada ise ciddi açıklar bulunduğunu ifade ediyor. Bu bağlamda, sadece yeni binalar değil, mevcut yapı stokunun da düzenli denetime tabi tutulması gerektiğini vurguluyor.

Ayrıca, Gebze’deki olayın ardından yürütülen arama-kurtarma faaliyetlerinin yetersizliği de eleştiriliyor. Özgöker, teknolojik imkanlara rağmen koordinasyon eksikliğinin hâlâ giderilemediğini, her felakette benzer senaryoların yaşandığını dile getiriyor. Bu tür olayların ardından kamuoyuna verilen “gerekli önlemler alınacak” mesajlarının artık inandırıcılığını yitirdiğini, sistemsel reformların zorunlu hale geldiğini savunuyor.

Son olarak Özgöker, çözümün sadece denetim mekanizmalarını güçlendirmekle sınırlı olmadığını; aynı zamanda toplumsal bilinç, eğitim, mühendislik etiği ve yerel yönetim reformlarını da kapsaması gerektiğini söylüyor. Bu olayın bir uyarı niteliği taşıdığını ve Türkiye’nin artık “afet sonrası refleks” anlayışından çıkıp “afet öncesi önlem” kültürüne geçmesi gerektiğini vurguluyor.